30 Ağustos 2008 Cumartesi

Viva La Musica !





Evet sonunda konu müziğe geldi ki bunu ben de 4 gözle bekliyordum. Klibiyle birlikte inceleyeceğimiz parçamız Daler Menhdi ye ait 1998 çıkışlı ama asla eskimeyecek olan bir başyapıt ; Tunak tunak tun. Tür olarak ise kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmasa da erotik-karate tarzında demek olası ya da değil. Eminim İsmail Yk nın en çok satanlara girdiği müzik piyasamızda halkımızın bu parçadan haberi olsa favori parçası olurdu. Neyse uzatmadan geçelim esere.





Klip başlangıcında Daler i dünyaya 3 farklı meteor olarak düşerken görüyoruz. Adam bizde bu hareketi ile Mustafa Topaloğluna denk. Neyse. Düşme sahnesinden sonra bizi Daler abinin elleri karşılıyor ki klip boyunca sürecek olan parmak dansının başları. 01.06 ve civarında ise üstadın gülerek dans ettiğini görmek mümkün. Adam yaptığı şeyin görüntüsel olarak salak-komik olduğunun farkında sanırım ve bundan sırıtıyor.

01.14 Daler abinin üzerimize aduket denemesi.

02.02-02.10 Daler hoca burda çılgın atıyor. Hell yeah..

02.45 klibin birçok yerinde de görülebilecek kement atma hareketi. Süper. Devamında hakerette ise kalpten tunuklara doğru sevgi aktarıyo. Sanırım.

02.57 Daler abi derdini kendine anlatıyor, psikolojide çığır açıyor. 03.01 gibi 3. daler de muhabbbete giriyor.

03.48 Adam koptu zelzele yapıyor.

Klipte dikkatimi çeken noktalar bunlar. Aslında yer ayrımı yapmadan komple ilginç bir çalışma. Kral tv de en kısa sürede gösterilmesi dileği ile.

Eklemek istediğim son şey ise Daler Mehndi'yi Türk yapalım. Mehdi Dalar adını alsın. Eurovision da aynı danslarla bizi temsil etsin. İlk 3 garanti.


-

28 Ağustos 2008 Perşembe

Yaşamdan Kesitler -2




Bu sabah uyandığımda kendime ait mükemmel mesleği bulmuştum. Olimpiyatlarda yarışacak madalyalar kazacaktım. Kazandığım madalyaları kapalıçarşıda bozdurup bununla yaşayabilirdim. Balkondan dünyaya baktım. Herşey küçük ve güçsüzdü. Geceleri odamda araba teknosu dinliyordum ve bu nedenle babamla kavga etmiştim. Canın cehenneme dostum diyip kapıyı çarpmıştım. Söyleyin o hayvan herife bir daha evime gelmesin demişti. Odamı topladım ve balkona taşındım. Yeni evim balkondu. Balkon iklimine alışan vücudum kondisyon açısından en yüksek seviyede idi. Balkondaki tüm çiçekleri aşağıya atmıştım zira bu habitatta yanlızca güçlü olan canlı hayatta kalabilirdi. Yandım anam diye bir ses duymuştum. Saksı babamın kafasına gelmişti. Aşağıdan bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu, ama dudaklarından sadece o ve u harfleri ayırt ediliyordu. Neyseydi. O an karıncaları düşündüm. Ufak ve çelimsiz canlılardı ama hayatta kalmayı bir şekilde başarıyolardı. Ben de böyle olmalıydım.






Dünkü iş görüşmesinden bana kalan tek hatıra evlat edindiğim martı olan martıydı. Martıma Martı ismini koymuştum. Bence çok orjinaldi. Dün beni evime kadar takip etmiş üzerimdeki son simidi de o almıştı. Neyseydi bir an önce madalya alacağım sporu bulmam ve antremanlara başlamam lazımdı. Yüzme benim için ideal bir spor olabilirdi, zira tek rakibim Michael Phelps'ti. Bir adamı yenmem bu kategoride her alanda birinci olmamı sağlayabilirdi. Peki bunu nasıl başaracaktım . O an aklıma en sevdiğim dizilerden biri olan Pısat geldi. Pısat demek çileye giden kutsalda zaferin yol olması demekti ya da değildi bilemiyorum. Banyoya gittim. Küveti doldurdum. Önce kelebek 2x1 metre deneyecektim. Küvetim bu kadardı. minimalde yakalayacağım başarı benim için önemliydi. Kronometremi açtım ve atladım. 23 dk 32 sn sonra karşıda buldum kendimi. Başımdan kanlar geliodu. Sanırım bayılmıştım. Sakatlık dönemi bir sporcu için en zor dönemdi.


Kendimi başka bir dalda denemem gerekiyordu. Ata sporu olan güreşte başarısız olmam için hiçbir neden yoktu. Martı ile güreştim. Benim için zor bir rakipti. Kanat avantajı vardı. Puanla yenildim. Hakkım yenmişti, üzerimde Bizans oyunları dönüyordu. Martıyı kutladım ve
çeyrek cumhuriyet altını taktım . Yuttu. Salak. Neyseydi, daha farklı bir dalda yaşımam lazımdı ve bulmuştum : Eksrim.






Hemen uygun bir şekilde giyinmeliydim. Altıma anneme ait bir tayt giydim. Dardı ve takımlarım meydandaydı . Olsundu burdan alacağım madalya veya madalyalara değerdi. Eskrim için flöre, epe ve kılıç lazımdı ama ben bunlardan 2sinin ne olduğunu bile bilmiyordum. Hemen bizim Efe yi aradım, canın cehenneme pislik diyip kapattım. Ödemeli çağrı atarak karşılık verdi. Neyseydi, önemli olan sporcu kimliğimden ödün vermemekti. Olsundu.






Artık tek ihtiyacım olan 2 adet kılıçtı. Böylece Martı ile antreman yapabilirdim. Mutfağa gittim 2 adet meyva bıçağı kaptım. Birini Martı ya bantladım diğerini ise elime aldım ve antreman başlamıştı. Seri hareketler ile rakibimi abombone ediyordum, puan yada puanlara çok yakındım. Derken Martı'nın gözü bıçağıma geldi. Göz atmak olmadığından sportmenlik dışı faule maruz kalmıştım, ne yapıon kanka hayvanherif derken kapıdan gelen bir ses ile irkildim.






Bu ses belki de 100 mt engelli start sesi olmalıydı dedim. Kapı açıldı ve içeri girdiler. Babam yanlarında beyaz start gömleğini tutan 2 kişi ile birlikte idi. Elimdeki eskrim bıçağımı Martı'yı çıkardıktan sonra üzerlerine fırlattım. Her saniye benim için çok önemliydi. Olanca gücümle koştum ve üzerlerinden sıçradım. Engeller çok yüksekti yere düşmüştük. Zaman azalıyordu ve daha çok uzun yolum vardı. O an aklıma çita hayvanı geldi. Ne alaka aq dedim. Tüm gücümle
toplarlanıp apartman merdiveni gibi engellerden atlayarak aşağıya indim. Annem yıllardır emek verdiği oğlunu bu kadar başarılı görünce ağlamaya başladı, yavrum nereye gidiyorsun diyordu. Engellerin hepsini tek tek atlatmıştım. Artık apartman kapısını göğüsledim ve kazanmıştım.







-

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Yaşamdan kesitler -1

Bu gece erken yatmalıydım. Yarın benim için büyük gündü. Tam 8126 gündür iş arıyordum ve aradığım işi bulamamıştım. Evde de huzurum kalmamıştı zira her sabah yaşanan diyalog

-Günaydın Osman,
+ Kazık kadar adam oldun babana hitap etmeyi öğrenemedin, hala iş bulamadın dimi hayvan herif,
-bardağa hala dolu tarafından bakmıyorsun Osman
(şakkk) + siktir git odana eşoğlueşek,
- :(((

şeklindeydi.

Dünya çok acımasızdı. Belki de bu ülkede bana göre bir iş yoktu. Kenya'ya iltica etmeyi düşünüyordum zira oradaki iş olanakları beni cezbediyordu. Bir aslan avcısı olarak hayatıma devam edebilirdim. Tüm gün mal gibi uzanan hayvanların benim gibi bir savaş dehasına karşı şansları yoktu, 12 yaşımdan beri sapan kullanıyordum ve bu konuda adeta çığır açmıştım. Ama artık önemi kalmamıştı yarın büyük gündü.






Sabah odamdaki saatin alarmı ile 12.30 gibi uyandım zira gece benim için hayati bir önemi olan curling maçının tekrarını izlemiştim trt-3 ten. Tıraş olurken yüzümün sol tarafını traş etmemiştim böylece sağ profilden düzenli bir insan olarak gözkürken soldan ise hayata karşı olan asi ruhumu korumuş olacaktım, yada bi halt ifade etmeyecekti bilemiyorum. Çok geçti zira traş kolanyamı sağ yanağıma çoktan sürmüştüm. Alabrus şeklinde kestirdiğim saçlarımı taradım. Üzerime fındık yeşili olan kravatımı takmıştım, yada takmamıştım,bilmiyordum renk körüydüm. Önemli olan kravat takmış olmaktı zira bu güne kadarki mülakatlarımda benle birlikte mülakat salonunda bekleyenlerin hepsinde kravat vardı. Demek ki kravat önemli bişidi, kravatımın altında ise favori t-shirt üm üzerimdeydi. Altıma giyebileceğim en uzun boxerla en kısa şortu giyip çıktım. Çıkarken duvar saatine baktım saat 13.46 idi.




Metro durağına yöneldim.Metroya inerken elektrik kesildi ve yürüyen merdivende tam 1 saat mahsur kalmıştım. Olsundu, sonuçta hala yeterli zamanım vardı zira saatim 11.15 di. Lanet olsundu saatim çalışmıyordu sanırım. Metronun koltukları çok rahattı. ZZzzzZz..


Uyumuştum, uyandığımda metro sonduraktan geri dönmüş, olduğum durağın 2 durak gerisindeydi. Görüşme için verdikleri saat 15.50 idi ve yetişmek zorundaydım. Metrodan inip taksiye bindim. Taksiye benden sonra 2 kişi daha bindi. Bu ne biçim taksi bilarder diyip şöförü azarlıyordum. Bu taksi değil dolmuş diyerek arabanın dışına atmıştı şöför beni . Önemli değildi. Bir amcanın yosun tutan tarafına bakarak kuzeyi buldum ve olanca gücümle koştum. Yolda 2 simitçi ile 1 de mısırcıya çarpmıştım, hepsi üzerime bulanmıştı. Martı gibi uçan hayvanatlara açık hedef olmuştum, ne kadar kuş türü varsa üzerime bunalanan simit ve mısıraları ibikleyip kaçıyordu. Leş gibi olmuştum. Olsundu önemli olan dış değil iç güzelliği idi ya da değildi, bilemiyorum. Karşıda iş görüşmesinin olacağı binayı gördüm ve içerisine girdim.






3. kata çıkmam gerekiyodu ama binanın içerisine hala girememiştim. Güvenlik beni dilenci sanıp içeriye almamakta ısrar edince kafasına elime geçen ilk sert cisim olan üzerimdeki simitlerden biriyle vurdum. Etkisiz hale gelmesi gerekiyordu ama armoru çok dayanıklı olduğu için ona etkimemişti.
Önemli değildi. Bina dışarısında olan yangın merdiveninden çıktım, pencereden bir kuş gibi süzülerek içeriye girdim. Tam o sırada bekleme salonunda adımın okunduğunu duydum ve genel müdürün odasına gittim. Saatime baktım, hala 11.15 di. İçerideydim ve mülakat başlıyordu.

+ Herzaman bu şekilde aykırı giyinmeyi mi tercih edersiniz
dedi şortuma bakarak.
- Evet
dedim sırıtarak. Sırıtıyordum zira bu sıcak yaz gününde klimalı oda ve şortumun da etkisi ile aşağısı baya serindi.
+ Peki sizce sizi neden işe almalıyız
- Neden almamalısınız ki ? E he

Cevabımdan etkilenmiş olmalıydı. Soruya soruyla cevap vermek üzerinde çalıştığım bir stratejiydi. Gelmeden önce verilebilecek tüm cevapları ezberlemiş, ezberleyemediklerimi hesap makinemin arkasına yazmıştım.

+ Gelecek ile ilgili planlarınızdan bahsedin lütfen.
- Kendimi 5 yıl sonra dünür olarak görüyorum.
+ Beyfendi lütfen sorduğum doğrultuda cevap verin. Şirketimize ne katabilirsiniz ?
- Seyahat engelim yok.
+ Neden bahsettiğinizi anlayamadım.
- Canın cehenneme pislik, fak yu !!

Güvenlik tarafından dışarı atılıyordum. Bunu hak etmemiştim. Geri dönecektim ve beni işe almak için ayaklarıma kapanacaklardı.

Foça da Bir Gün

Kısa Ege tatilimde günübirlik seferlerde görmüş olduğum sahil şeriti içerisinde hoşuma giden yerlerden biri olan Foçadan bahsedeceğim. Foça İzmire bağlı küçük ve güzel bir sahil ilçesi. Kaynaklara ilk olarak Ion yerleşimi şeklinde not düşülen ilçe ismini ise bölgede antik çağlarda oldukça görülen bir hayvan olan foktan almış. Phokaia olarak adlandırılan kentin ismi zamanla Foça olmuş. Bundan dolayı ilçe merkezinde sizi karşılayan bir fok heykeli mevcut.






Tarihi bilgileri bir yana bırakıp ilk izlenimlerime geçersem dikkatimi çeken ilk şey sahil şeridinin uzunluğu oldu. Yarımadayı andıran görüntüsüyle surlar ve Kybele tarafının denize doğru uzanması Foça nın merkez sahil şeridininin oldukça uzun ve kıvrımlı bir yapıya sahip olmasını sağlıyor. Sokaklara yayılan deniz kokusu ve balık balık bakan kedilerin eşliğinde balıkçıların olduğu koy üzerinde sahil şeridinde ilerliyoruz. Yürüme şeridimiz deniz tarafında oldukça fazla bir balıkçı tekneleri, diğer tarafımızda ise birbirinden güzel ve lüks lokantalardan oluşmakta.





Balık Foça denince akla gelen ikinci kelime. İlki ise deniz. Ki bu da kendisini "3000 yıllık denizci" olarak tanımlayan bir halka sahip olmasının doğal bir etkisi.



Balıkçıları geçtiğimizde Kybele Açık Hava tapınağı kalıntılarına ulaşıyoruz. Vardığımız yer kalıntılardan ibararet olduğu için ( İ. Ö. 580) ilerleyip sahildeki gezintimize devam ettiğimizde Surlar ve Beşkapıları görüp liman tarafına varmış oluyoruz. Burada başlangıçta büyük balıkçı tekneleri ve birbirinden güzel yatlarla çevrili. Her ne kadar adalarına gitmek kısmet olmasa da sahil şeridinde belde çevresindeki birçok ada nedeniyle buralara giden tur teknelerini görmek mümkün.




Foça hakkında değinmek istediğim bir diğer konu ise Karataş efsanesi. Mikrofonlarımız Foça belediyesinde ;

"Foça'da halk arasında anlatılan bir efsane vardır; ünlü Karataş Efsanesi... Adı üzerinde efsane, yorumlara açık, Foça'nın gizemli çekiciliğine tam anlamıyla yakışan bir efsane bu. Foça'da nerede olduğu bilinmeyen bir taş vardır ve Karataş olarak anılır. Herhangi bir kaldırım taşı da olabilir bu gözümüzün önünde sadece taş diye durup duran; ya da yer altında, görmeden-bilmeden her gün üzerine basıp yürüdüğümüz arnavut kaldırım taşlarından birinin metrelerce altında da. Gizemi ve çekiciliği de burdan doğmakta sanırım. Bilinmeyen bir taş ama neden olduğu efsane daha da çekici.

"Her kim ki; Foça'da nerede olduğu bilinmeyen KARATAŞ'a basar ise; basireti bağlanır ve içinde bir yerlerde Foça'ya yerleşme ve hep burada olma isteğini bulur. Yolu nereye giderse gitsin, Karataş'a basan kişi bir gün mutlaka Foça'ya geri dönecektir..."

Karataş var; bunu herkes biliyor da nerede olduğunu kimse bilmiyor. Gezip dolaşırken bu taşa basan mümkünü yok bir daha Foça’dan kopamiyor. Çok zorlanip bir yerlere gitse de mutlaka dönüp dolaşıp gene geliyor Foça’ya. Bir kez yolunuz Foça'ya düşmeye görsün, Foça’ya gelip de o büyülü havasını yakalayabilen herkes bu öyküyü duyunca dolaşıp duruyor sokaklarda. Belki Karataş’a basarim da bu yaşanası kasabada kalırım umuduyla. Bize kalırsa Foça’nın her yeri Karataş. Foça’yı görüp de sevmemek, dönüp gelmemek mümkün değil de ondan."




Foça hakkındaki yazımı burada bitirirken benden size son iki tavsiye. Sondan başlarsam ikincisi karataş konusunda dikkatli olmanız. İlki ise eğer Egede iseniz, yolunuz da İzmir'den yukarıya düşerse Foçayı kesinlikle görmeniz ve yaşamanız.

21 Ağustos 2008 Perşembe

Italiano per favore !!!


Nel mezzo del cammin di nostra vita
mi ritrovai per una selva oscura,
ché la diritta via era smarrita.

Hayatımızın ortasında
Kendimi karanlık bir ormanda yeniden buldum
Ve doğru yol kaybolmuştu

Inferno (Cehennem) I. Kanto , Dante

İtalyanca ile alakamın sıfıra indiği şu tatil günlerinde nette gezerken tesadüfen rastladığım birkaç mısra, La divina commedia dan.

Gradito Ambiente di Kenny




İsveç bilim akademisinin değerli üyeleri, sevgili blospot kullanıcıları ve okurları, kahraman romalılar, liseli balıklar, siberuzay kaçkınları ve değerli internet duayenleri,

Artık sizlere buradan sesleneceğim klavyem döndükçe ve vaktimi ayırabildikçe. Umarım keyifli bir şekilde yürütebildiğim bir blog olur.

Başlıkta da demeye çalıştığım gibi ;

Kenny nin Ortamına Hoşgeldiniz